Türbeye bitişik olarak yapılmış olan Semâhâneye geçiyoruz şimdi. 17x17 ölçülerinde semâ âyini yapılan tek kubbeli mekân. Mutrıp, kadınlar ve erkekler mahfili olmak üzere 3 bölüm burası. Mutrıp, sema âyini sırasında müzik enstrümanlarını çalan gruba verilen isim.

MESCİT
Birbirine yapışık üç bölümden oluşan Türbe bölümünün 3. kısmındayız şimdide. Semâhâneden mescide girişi sağlayan küçük bir kapısı ile huzurdan girişi sağlayan Çerağ Kapısı var. 2 kanatlı kapısı, ceviz ağacından kündekârî tekniğinde yapılmış. Yani tıpkı lego gibi birbirine geçmiş parçalardan oluşuyor. Ve kündekârî tekniğinde hiç çivi kullanılmıyor. Tam bir sanat hârikası. Mescidin mermer mihrâbı, ahşap müezzin mahfili ve taş kürsüsü orijinal. Mesnevîhânın Hz. Mevlânâ’nın mesnevîsini okuduğu yerdir bu kürsü. Uzun zamandır Mesnevîden mahrum bu kürsü, kim bilir ne hasretle yâd ediyordur eski günlerini.
Mescitte el yazma eserler, halı, buhurdanlık ve sakalı şerif sandukaları sergileniyor. Lâkin özellikle ziyâretçilerin ilgisini çeken 2 şey var ki, ikisi de küçücük. Birisi pirinç tanesi üzerine yazılmış, Yüce Allah’ın isimleri, diğeri de minik bir Kur’an. Sultanahmet Camii’nin içindeki hatları yazan Hattat Seyyid Kasım Gubârî de bir pirinç tanesi üzerine İhlâs-ı Şerîf’i baştan sona yazma hünerini gösterdiği için Gubârî mahlasını almıştı. Bu zât istese toz zerresinin üzerine bile yazı yazabilir diyerek bu ünvânı taktılar. Gubâr toz zerresi demektir.

DERVİŞ HÜCRELERİ
Mescitten çıkınca kendimizi avluda buluyoruz. Avluyu en son gezeriz. Şimdi tam karşımızdaki Derviş Hücrelerine girelim.


Koridor boyunca duvarlara asılmış tablolarda Mevlânâ Hz. lerinin hayatından bazı sahneler resmedilmiş. En son vitrinde ise her yerde Mevlânâ’nın en bilinen ve en yaygın resmi. Bu resmin çok ilginç bir hikâyesi var. Şöyle ki:

30–40 kadar mâhir ressam toplanıp en müsait vakitte Hz. Mevlânâ’nın resmini çiziyorlar. Sonra bakıyorlar ki yaptıkları resimlerin hiç birisi birbirine benzemiyor. Her kes gördüğünü en iyi şekilde resmettiğini iddiâ ediyor ama resimler birbirinden tamâmen farklı. İşte o zaman anlıyorlar ki Hz. Mevlânâ her birisine farklı bir şekilde tecellî etmiş, farklı bir şekilde temessül etmiş. Sonra bu resimleri Konya halkına sunuyorlar. Hangisi en çok Mevlânâ’ya benziyor diye. Konya halkının en çok oy verdiği resim de işte şu anda her yerde Hz. Mevlânâ’nın resmi olarak gösterilen o meşhur tablo oluyor.
MATBAH-I DERVİŞÂN
Derviş Hücrelerinden de çıkıyor, Matbâh-ı Dervişân’a, yani Dervişler Mutfağına giriyoruz. Sağ cenahtaki bu mekân tek kubbeli bir yapı. Sultan 3. Murat tarafından Derviş Hücreleri ile birlikte yaptırıldı. Mevlevî olmak isteyen dervişlerin terbiye gördüğü mekândır mutfak. Dervişler 1001 gün olan çile sürelerini 18 çeşit mutfak işleri yaparak dolduruyorlardı. Bu hizmetleri başarı ile tamamlayan dervişler, hücre sâhibi Mevlevî Dervişi olmakla serfirâz kılınırlardı.

Daha içerde ise sofra başında oturmuş sohbet eden Mevlevî mankenleri, ocak başında kazan kaynatan dervişlerin mankenlerini görüyoruz. Bir de sema tahtası üzerinde sema talimi yapan Mevlevîleri. Sol ayak sabit olacak şekilde yapılan sema da tıpkı bir pergel gibi bir ayağı Hak yolunda sabit, diğeri ise halk arasında olsa da Hakk’ın etrafında dönüşü simgeliyor. Mutfaktan çıkarken anlıyoruz ki Mevlevî mutfağında yemekten ziyâde dervişler pişiyor.
AVLU
Avludayız. Buradaki 16 bölmeli şadırvan Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırıldı. En son Sultan Abdülaziz tarafından tamir ettirilmişti. Şadırvanın solunda Vahdet-i Vücud Selsebili, sağında da Şeb-i Arus Havuzu var. Önce havuzu görelim.

Derviş hücrelerinin önünde bulunan havuz, mermerden 6 köşeli yaptırılmış. Sultan 4. Murat tarafından Bağdat seferine giderken yaptırılmıştı bu havuz. Suyun aktığı mermer, ejderha biçiminde. Mevlevîler, Şeb-i Arus yaz mevsimine denk geldiğinde, bu havuzun etrafında sema yaparlardı. Bu yüzden havuzun ismi Şeb-i Arus Havuzu olarak kaldı.

Vahdet-i Vücud Selsebili, üzerinde yer alan çanakçıklardan lüleler kanalı ile suyun yukarıdan dökülürken çıkarttığı şırıltılar, kulaklara adeta bir müzik zevki veriyor ve bir zamanlar Mevlevî dervişlerini, şimdilerde ziyâretçilerini dinlendirmeye devam ediyor. Küçük kuşların yıkanıp su içmelerini seyretmek ise ayrı bir huzur ve göz zevki bahşediyor.
Son olarak bu faslı Hz. Mevlânâ’nın vasiyetiyle kapatalım:
—Kardeş! Mezarıma defsiz, neysiz, mûsikisiz gelme. Zîrâ Allah meclisinde gamlı durmak yaraşmaz.
Belki bu yüzdendir ki Mevlânâ türbesinde her dâim ney mûsikisi icrâ edilmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder